Son dönemde gündemden pek düşmeyen yeni bir yıldız yönetmenimiz var: Yorgos Lanthimos. 1973 Atina doğumlu Lanthimos, tiyatroda başlayıp sinemaya taşınan kariyerinin başında ülkesinde çektiği filmlerle adını festival çevrelerinde duyurdu.
Yunan Yeni Dalgası (Yunan Tuhaf Dalgası olarak da biliniyor) akımının başını çeken yönetmen tuhaf, soğuk ve mesafeli yaklaşımıyla modern toplumsal normları eleştiren kendine has bir tarz inşa etti. Sonrasında da sinemasını Hollywood’a taşıdı ve ABD’li yıldızlarla İngilizce filmler çekmeye başladı.
Bu rehberde Yorgos Lanthimos’un tüm filmlerini değerlendiriyoruz. Lanthimos’un yeni filmi Bugonia (2025), 31 Ekim itibariyle vizyona giriyor. Yönetmeni son filmlerinde sıklıkla beraber çalıştığı Emma Stone’la yeniden bir araya getirecek filme hazırlanırken bu listeden faydalanabilir ve Yorgos Lanthimos’un hangi filmlerini izleyip hangilerini izlemeyeceğinize karar verebilirsiniz. Sıralamamıza katılıp katılmadığınızı görebilir, değerlendirmelerimizde yer verdiğimiz başka film tavsiyelerimizden bir izleme listesi oluşturabilirsiniz. Listemizi yaparken yönetmenin kendine has tarzının işlerlik kazandığı, biçim-içerik dengesi tutan filmlerine öncelik verdiğimizi ve kişisel beğeni kıstaslarımıza göre bir sıralama yaptığımızı da ekleyelim.
9. Bugonia (2025)
Lanthimos, aynı Kinds of Kindness’ta olduğu gibi Emma Stone ve Jesse Plemons’ı bir araya getiren son filmi Bugonia’da (2025) ise belki de çağımızı tanımlayan önemli bir meseleye gözünü dikiyor: komplo teorileri. Uzaylıların dünyayı ele geçirdiğine dair net düşünceleri olan bir adamın kuzenini de yanına katıp ünlü bir CEO’yu kaçırmasını anlatıyor film. Burada tabii ki bir Lanthimos filminden beklediğimiz üzere gerçeklik algısı bozuk karakterden çok Emma Stone’un canlandırdığı CEO karakterine eleştirel yaklaşıyor anlatı. Böylece komplo teorilerinin bozuk gerçeklik algısıyla görkemli ve ayrıcalıklı üst sınıf hayat arasında sert bir eşitleme yapıyor yönetmen. Öte yandan her yıl yeni bir filmle karşımıza gelen Lanthimos’un kariyerinin başındaki seyircinin tamamını diken üstünde hissettiren tavizsizliği artık yerini biraz ehlileştirilmiş bir mizaha da bırakmış durumda. Köpek Dişi ve Alpler gibi filmlerindeki sert eleştirel dozun yerini seyircisini neredeyse konforlu hissettiren bir komedi almış gibi görünüyor. Bugonia, Lanthimos’un en iyi filmlerinden biri değil belki ama They Live (1988) ve Invasion of the Body Snatchers (1978) gibi yapımları sevenlerin ilgisini çekecektir.
8. Kinds of Kindness (2024)
Yönetmenin Bugonia’dan önce seyirciyle buluşan en taze filmi Kinds of Kindness (2024) listemizin son sırasında yer alıyor. Lanthimos’un son dört filminde beraber çalıştığı Emma Stone’la birlikte Jesse Plemons ve Willem Dafoe gibi kaliteli oyuncuların da yer aldığı film genel anlatısıyla Lanthimos sinemasının büyüklüğü altında biraz eziliyor. Aslında burada üç farklı film izliyoruz. Yönetmen aynı oyuncularla çektiği üç farklı anlatıyı burada arka arkaya diziyor ancak bu filmlerin bir bütün oluşturduğunu söylemek zor. Antolojik biçimde sıralanan öyküler tematik olarak bazı paralelliklere sahip olsa da bu bağların zayıflığı filmin seviyesini düşürüyor. Öte yandan Kinds of Kindness, yönetmenin The Killing of a Sacred Deer (2017) ve Dogtooth (2009) gibi filmlerine yakın bir tona sahip ama o filmler kadar güçlü olduğunu söylemek zor. Süresi de oldukça uzun. Eğer tüm Lanthimos filmlerini izleme misyonuyla yola çıktıysanız bu filmi sonlarda izleyebilirsiniz ama en iyi Lanthimos filmlerini arıyorsanız geçebileceğiniz bir film bu.
7. Kinetta (2005)
Yorgos Lanthimos’un tek başına yönetmenliğini üstlendiği ilk film Kinetta (2005) Lanthimos filmografisinin en ayrıksı parçası. Yunan Yeni Dalgası olarak bildiğimiz dönemin öncesinde, farklı bir üslupla çekilen film neredeyse tamamen boş bir tatil köyünde geçiyor. Üç karakterin bu garip mekânda bir araya gelmesini ve bazı şiddet suçlarını yeniden canlandırmasını izliyoruz. Aslında yönetmenin sonraki filmlerinde göreceğimiz insan ruhunun karanlıklarına bakan, modern toplumun kırılganlığını ifşa eden karamsar bakış burada da söz konusu ama tarz olarak oldukça farklı bir film Kinetta. Kamerasını bu tuhaf ortamdaki ekstra bir karakter gibi kullanıyor yönetmen. Diğer filmlerinde olduğu gibi kendisini tanrısal bir pozisyona yerleştirmekten ziyade etrafta olan biteni gözlemliyor sanki. Filmi izlerken Zeki Demirkubuz’un C Blok’una (1994), Michael Haneke’nin Caché’sine (2005) paralellikler yakalamanız mümkün.
6. Alps (2011)
Yorgos Lanthimos’un büyük etki yaratan Dogtooth’tan (2009) iki yıl önce çektiği Alps (2011) aslında bu filmin modern toplumsal yaşamın kodlarını alaşağı eden eleştirel yapısıyla benzer özellikler taşır. Lanthimos burada sevdiklerini kaybedenlerin yas sürecinde onlara eşlik eden bir grup insanın hikâyesini anlatır. Bu kişiler ölmüş insanların yerine geçip onlar gibi davranırlar. Lanthimos modern toplumlardaki ilişkilerin toplumsal rollere ve işlevlere indirgenmiş yapısını ifşa etmeyi amaçlar bu filmde. Aslında herkesin bu toplumsal rollere ihtiyaç duyduğunu da vurgular. Bu sinemada hiç rastlamadığımız bir tema değil ama Lanthimos bunu olabilecek en soğuk, en çarpıcı anlatım biçimleriyle ele alır. Yakın zamanda izlediğimiz Peacock (2025), Materialists (2025) ve I'm Your Man (2021) gibi duygusal ihtiyaçları hizmet sektörüyle buluşturan eleştirel yapımlara benzer bir dünya kuran Alps bu filmlerden çok daha sert, seyircisini doğrudan rahatsız etmeye odaklı bir anlatı takip ediyor. Erken dönem Lanthimos sinemasını merak edenler bu filmi izleme listesine alabilir.
5. Poor Things (2023)
Ödüller açısından bakarsak yönetmenin şu ana kadarki en başarılı filmi Poor Things (2023) listemizin beşinci sırasında. Başrolde Kinds of Kindness’ta olduğu gibi Emma Stone’u izlediğimiz film aynı adlı romandan uyarlama. Aslında modern bir Frankenstein anlatısı oluşturuyor. “Bir bebeğin zihni yetişkin bir kadına yerleştirilseydi ne olurdu?” sorusundan yola çıkan hikâye bu şekilde “oluşturulmuş” Bella Baxter’ın peşine düşüyor ve dünyayı onla beraber yeniden keşfediyor. Dünyanın farklı noktalarına gidiyor, değişik maceralara atılıyoruz. Lanthimos’un Hollywood’a geçtiği dönemde üretilen bu film bilhassa sanat yönetimi ve mekân tasarımlarıyla dikkat çekiyor. Elbette Emma Stone’un oyunculuğu da çok başarılı. Ancak listemizin ilk sıralarında yer alan diğer filmler gibi sözü, mesajı ve ana fikri fazlasıyla net olan filmlerden biri de değil Poor Things. Pek çok Lanthimos filminde olduğu gibi büyük bir fikirden yola çıkıp film boyunca onu kurcalıyor. Mekân tasarımlarıyla Black Narcissus’u (1947), görsel atmosferiyle Bram Stoker’s Dracula’yı (1992) hatırlatan filmin hikâyesi de tüm Frankenstein uyarlamalarını yansıtıyor.
4. The Killing of a Sacred Deer (2017)
Lanthimos’un genelde tek bir büyük fikirden beslenen, seyirciyi rahatsız etmeye dayalı, yabancılaştırma efektini yoğun şekilde kullanan sinemasının en belirgin örneklerinden biri de The Killing of a Sacred Deer (2017). Lanthimos burada bir hastasının ölümüne neden olan bir cerrahın başına gelenleri anlatır. Yunan mitolojisindeki Iphigenia’nın hikâyesinden esinlenen filmde yönetmen bu kez aile kurumunu ele alır. The Favourite (2018) ve Poor Things gibi filmlerinde de gördüğümüz geniş açılı lens kullanımı, seyirciyi huzursuz eden agresif müzikler ve deadpan oyunculuk burada biçimsel bir olgunluğa erişir. Lanthimos burada merak unsurunu hikâye yayılan bir üslupla ince ince ördüğünden eleştirel bakış seyircinin zihninde yavaş yavaş gelişir ve çok yönlü bir düşünce alanı sunar. Burada elbette işinin ehli oyuncuların kullanımı da önemli. The Lobster’da (2015) da rol alan Colin Farrell’ın yanı sıra Nicole Kidman da başrolde yer alıyor. Sonrasında Saltburn (2023) ve The Banshees of Inisherin (2022) gibi filmlerle adını duyuracak Barry Keoghan’ın yıldızının parladığı ilk film de The Killing of a Sacred Deer. Pasolini’nin Teorema’sını (1968), Buñuel’in The Discreet Charm of the Bourgeoisie’sini (1972) çağrıştıran bir yapısı var filmin.
3. The Lobster (2015)
The Lobster’da (2015) Lanthimos distopyanın sınırlarına girer, tabii kendi üslubuyla. Yalnız kalan ve ilişkisi olmayan insanların tutuklandığı bir yakın gelecekte geçer öykü. Kendilerine eşleştirilen kişiyle mecburi bir birliktelik yaşamak ve seçtikleri bir hayvana dönüşmek arasında tercih yapmak zorunda kalır bu insanlar. Lanthimos, İngilizce olarak ABD’li ve Britanyalı oyuncularla çektiği bu ilk filminde pek çokları için en iyi filmlerinden birine imza atar. Aslında çoğu filminde olduğu gibi anlatmak istediği öykü bugüne dairdir. Günümüz ikili ilişkilerinin normatifliğine dair sert tespitler yapar. Öte yandan The Lobster, garip biçimde Lanthimos’un en iyimser filmi. Zira bu distopik gelecekte bir özgürleşme ve isyan anlatısı takip eder yönetmen. Temelde anlattığı öykünün işaret ettiği gerçeklik açısından benzetebileceğimiz The Killing of a Sacred Deer ve Alps gibi filmlerine kıyasla çok daha “klasik” bir anlatı üslubunu benimsemesiyle açıklayabiliriz bunu. İzlerken kadim distopya geleneğinden örnekleri hatırlamanız mümkün. Eğer distopyalara ilginiz varsa, The Platform (2019) ya Black Mirror (2011–) gibi yapımları seviyorsanız esas The Lobster’ı izlemelisiniz. Çok daha derinlikli bir film karşılayacak sizi.
2. The Favourite (2018)
The Favourite (2018), Yorgos Lanthimos’un esas olarak Hollywood’a tam manasıyla geçiş yaptığı ve kabul gördüğü filmi. A sınıfı Hollywood oyuncularıyla çektiği bu geniş bütçeli stüdyo yapımı film aslen bir dönem anlatısı. 18. yüzyılda İngiltere’de yaşamış Kraliçe Anne ve onun etrafında gelişen bir rekabet hikâyesini izliyoruz. Tam on dalda Oscar’a aday olan ve Kraliçe Anne rolündeki başarısıyla Olivia Colman’a En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandıran filmde Lanthimos hedefine bu kez egemen sınıfları, aristokrasiyi ve iktidar ilişkilerinin doğasını koyuyor. Yine günümüze dair pek çok mesaj almak mümkün bu filmden de. İktidar ilişkilerinin arka planında büyük fikirler ve ülkülerden ziyade kişisel bunalımlar, şahsi rekabetler ve günlük hırsların bulunması 18. yüzyıldan bugüne ayna tutar. Artık Lanthimos sinemasıyla özdeşleşmiş geniş açılı lens kullanımı ve deadpan oyunculuk burada çok geniş imkânlarla buluşur. Belki The Killing of a Sacred Deer ya da birazdan adını anacağımız Dogtooth (2009) kadar sert ve eleştirel bir film izlemeyiz bu sefer ama başarılı oyunculuklar, olağanüstü prodüksiyon tasarımı ve çarpıcı müzikler bizi tarihin bir kırılma noktasında yaşanan toplumsal dönüşüme dair önemli bir hikâyeye taşır. Luchino Visconti’nin The Leopard’ının (1963) büyüklüğü Thomas Vinterberg’in Festen’indeki (1998) acımasızlıkla birleşir burada. Bu filmleri ya da The Square (2017) gibi Ruben Östlund filmlerini seviyorsanız The Favourite’i de mutlaka izlemelisiniz.
1. Dogtooth (2009)
Listemiz boyunca Yorgos Lanthimos’un oluşturduğu kendine has üslupla yeni bir yol açtığını ve bu yolun nihayetinde Hollywood’a kadar uzandığını anlattık. Aslında onun için her şeyin başladığı film Dogtooth (2009). Yönetmenin ilk filmi olmasa da üslubunu tamamen buradan devşirdiği için pek çok insan tarafından ilk Lanthimos filmi olarak algılanıyor Dogtooth. Ve bizim listemizde de ilk sıraya yerleşerek bizce Lanthimos’un hâlâ en iyi filmi olmaya devam ediyor. Burada yine çok basit ve büyük bir fikirden yola çıkarak bu fikrini film boyunca takip eder yönetmen. Hedefte Killing of Sacred Deer ve The Lobster’da olduğu gibi aile kurumu ve ilişkiler vardır. Bir aile, çocuklarını tamamen toplumdan izole biçimde, kendi kurallarıyla yetiştirirse ne olur sorusundan yola çıkar film. Bu ailenin tamamen farklı normlar hatta farklı bir dille yetişmiş çocuklarının yaşadıklarını dehşetle izleriz. Platon’un meşhur mağara alegorisinin sinemaya doğrudan taşınması gibidir gördüklerimiz. Bir yandan da aileye, eğitime, toplumsal normlara dair çok sert tespitler barındırır. Eğer Yorgos Lanthimos sinemasını merak ediyorsanız ya da toplumsal eleştiri damarı güçlü filmleri seviyorsanız Dogtooth sizi çok “memnun” edecek. We Need to Talk About Kevin (2011) ve The Experiment (2001) gibi filmlere yakın, ancak onlardan çok daha sert bir deneyim bekliyor sizi. Derinizin altına geçecek ve sizi en hassas yerlerden rahatsız edecek bir film bu. Lanthimos’un amacı da bu zaten.




































