Sevgililer Günü’nde partnerinizle beraber romantik bir film izleme planı yaptınız ama karşınıza çıkan tüm seçenekler fazla sıradan mı geliyor? Eğer baş başa geçireceğiniz bu geceye biraz renk katmak istiyorsanız Sevgililer Günü’ne özel hazırladığımız bu listedeki tavsiyelerimize göz atın. Unutulmaz erotik gerilimlerden, romantizmin şehvet ve tutkuyla ekrana yansıdığı aşk filmleri belirli bir sıra gözetmeksizin sıraladığımız listede, farklı zevklere ve beğenilere hitap eden yapımlardan içinize en çok sineni seçebilirsiniz.
Carol (2015)
Modern melodram denilince muhtemelen ilk akla gelen isimler arasında yer alan Todd Haynes imzalı Carol (2015), listemin olmazsa olmaz filmlerinden bir tanesi. Filmin merkezinde 1950’li yılların toplumsal baskılarının gölgesinde bir aşk yaşayan Carol (Cate Blanchett) ve Therese’in (Rooney Mara) beraberliğini var. Carol, gerek dönemin estetiğini ve haletini ruhiyesini yansıtma biçimi gerek başrol oyuncuları arasındaki muhteşem kimya sayesinde, romantizmi âdeta elle tutulur, somut bir duygu olarak ekrana taşıma konusunda son derece başarılı bir film.
Sensüel ve dokunaklı bir aşk hikâyesi arıyorsanız ya da beyazperdede nostaljik tarzda melodramları seviyorsanız Carol tam size göre. Carol’ın ayrıca klasik Noel filmleri için kusursuz bir alternatif olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim.
Call Me By Your Name (2017)
Luca Guadagnino, Challengers (2024) ile sinemada cinsel ve anlatısal gerilimin zirvesine ulaşmış olsa da, Call Me By Your Name (2017) ilk çıktığında üzerimizdeki etkisini kim unutabilir mi? André Aciman imzalı bir romanın uyarlaması olan film, seksenli yıllar İtalya’sında 17 yaşında bir genç olan Elio’nun (Timothée Chalamet), kendinden yaşça büyük Oliver’la yaşadığı aşka odaklanıyor. Call Me By Your Name, duygusunu sadece erotizm ve arzuyla sınırlı tutmayıp bunu bir gencin yetişkinliğe adım atması çerçevesinde ele aldığı için derinlikli hikâyesiyle benzerlerinden ayrılıyor.
Cinsel çekimi, atmosfer, şarkılar ve hatta dokular aracılığıyla aktarma konusunda rakipsiz diyebileceğim filmin sadece Sevgililer Günü’nde değil, yaz aylarında izlemenin ayrıca keyifli olduğu da bir gerçek. Eğer Guadagnino filmografisinden A Bigger Splash’i (2015) seviyorsanız ya da Xavier Dolan imzalı Les amours imaginaires (2010) tarzı kuir ilişki filmleri hoşunuza gidiyorsa, Call Me By Your Name’i izleme listenizin ilk sırasına yerleştirmeniz şart!
The Piano (1993)
Muhtemelen bu listeye bakanların görünce şaşırıp kalacakları bir yapım olan The Piano (1993), ilk bakışta erotik film sıfatıyla pek bağdaştırılmayan bir film. Zira anlaşmalı bir evlilikle Yeni Zelanda’da yaşamaya başlayan dilsiz piyanist Ada (Holly Hunter) ve kızı Flora’nın (Anna Paquin) öyküsü daha trajik ve dramatik bir ton barındırıyor. Ama siz yine de beni bir dinleyin! Çünkü ne zamanki Ada’nın takıntılı derecede bağlı olduğu piyanosu Harvey Keitel’ın canlandırdığı George karakteri arasında - neredeyse sapkın - diyebileceğimiz bir anlaşmanın nesneis hâline geliyor, işte o zaman The Piano çok daha kontrolsüz, dolup taşan ve hatta ilkel bir tutku oyununa sahne oluyor. Jane Campion sinemasıyla The Power of the Dog’la (2021) tanıştıysanız ve basmakalıp ilişki filmlerinin ötesinde aşkın güç ve otorite dinamikleri dolayında şekillendiği hikâyeler hoşunuza gittiyse The Piano size ilaç gibi gelecektir.
Eyes Wide Shut (1999)
Dikkat, dikkat, başyapıt alarmı! Erotik gerilim türü Eyes Wide Shut (1999) öncesi ve sonrası şeklinde ikiye ayrılır desek yeridir. Stanley Kubrick’in yönetmenliğini üstlendiği filmde karısının bir fantezisini öğrendikten sonra kontrolünü kaybederek şehirde farklı cinsel deneyimlerin peşine düşen bir adamın hikâyesi konu ediliyor. Eyes Wide Shut’ın takıntılar, kıskançlık ve paranoya üzerinden kurgulanan dünyası tek bir okumaya indirgenemeyecek kadar zengin ve çok katmanlı.
Kubrick’in muhteşem dehası ve estetik anlayışıyla görsel açıdan da üst düzey bir seyir zevki vadeden filmin, ikonik orji sahnesi, bana göre tüm sinema tarihinin erotik gerilimi en yüksek ânlarından biri. Bu unutulmaz klasiği hâlâ izlemediyseniz, restore edilmiş yeni versiyonunu edinip, erotizm neymiş ustasından öğrenebilirsiniz!
Love (2015)
Aşkın binbir türlü hâli var derler. Şüphesiz listeme Gaspar Noé’nin aslında bir “anti Sevgililer Günü” filmi olarak nitelendirebileceğim Love’ını (2015) almam da bu sözü kanıtlar nitelikte. 2010’lu yıllarda üç boyutlu da olması sebebiyle büyük ses getiren filmi Love, sonrasında Noé’nin çılgınlık dozunu daha da arttırdığı Climax’in (2018) gölgesinde kalsa da, bugün kesinlikle hatırlanmayı ve izlemediyseniz de bir şans vermeyi hak eden bir film. Eskisi sevgilisi ortadan kaybolan bir adamın, onunla ilişkisini hatırlaması üzerine kurulu filmin en çok öne çıkan yönü elbette ki filtresiz cinsellik temsilleri.
Bir yandan oldukça gerçekçi, bir yandan da son derece stilize bir erotik dile sahip filmin cinsellik konusunda biraz uçlarda dolaştığı konusunda uyarmış olayım. Eğer Mektoub, My Love: Canto Uno (2018) veya Nymphomaniac (2013) gibi tartışmalı filmler benim kalemim diyorsanız, Love sizi hayal kırıklığına uğratmayacaktır.
Y tu mamá también (2001)
Materialists (2025) tarzı steril ve yüzeysel aşk üçgeni filmlerine doyduysanız Alfonso Cuarón, size ilaç gibi gelecek bir klasikle karşınızda! Julio ve Tenoch isimli iki genç dostun, kendilerinden yaşça büyük olan Luisa isimli bir kadınla çıktıkları yolculuğu takip eden filmin en büyük albenisi elbette Diego Luna ve Gael Garcia Bernal’in en çıtır halleriyle başrolleri paylaşması. Benzer temaları işleyen birçok filmin aksine, Meksika’nın siyasi dinamiklerini de irdeleyen film, sadece cinsellik temsilleriyle seyircisini etkilemek yerine dört başı mamur bir sinema deneyimi peşindeki sinefillerin kesinlikle daha çok hoşuna gidecektir. Emmanuel Lubezki’nin nefes kesen görüntü yönetimi karşısında şimdiden “nerede o eski erotik filmler” dediğinizi duyar gibiyim!
Crash (1996)
İnsan bedeninin hissedebileceği acıları, hazları ve duyguları David Cronenberg kadar yoğun bir şekilde anlayabilen ve beyazperdeye aktarabilen başka yönetmen çok zor bulunur. Erotizm temsilleri açısından kişisel favorim olarak nitelendirebileceğim ve sosyal medyada da son dönemde giderek popülerleşen Crash (1996), tıpkı filmdeki araba kazalarından tahrik olan grup gibi kendi tutkulu hayran kitlesini yaratmış bir film.
Cronenberg’i tanımayanlar için kulağa son derece uçuk gelebilecek senaryosuna rağmen Crash, metal bir yüzeyin, kırık bir bacağın nasıl arzu nesnesine dönüştürülebileceğini gösteren - âdeta ders niteliğinde bir film. Film bitince tıpkı benim gibi James Spader ve Elias Koteas’ın gençliğindeki tüm filmlerini izlemek isteyeceğinize de eminim!
Babygirl (2024)
“Tüm bu filmlerin yönetmeni erkek ama!” dediğinizi duyar gibiyim. Genelde erotik filmlerin “erkek merkezli” bakışlarından usanan ve izlerken göz deviren biri olarak Halina Reijn imzalı Babygirl (2024) son dönemdeki en sevdiğim filmlerden birine dönüştü. Başarılı bir CEO olan Romy’nin, şirketinde stajyer olarak çalışmaya başlayan genç Samuel’la yaşadığı ilişkiye odaklanan film, kadın bakışıyla BDSM ilişkilerini ele alması açısından kesinlikle çok değerli ve vizyoner bir film. Eğer erotik gerilim türünü seviyorsanız ancak herkesin klasik olarak addettiği yapımlar size çok maço ve seksist geliyorsa Babygirl’de aradığınız “female gaze”i (ve çok daha fazlasını!) bulacaksınız.





































