Wednesday (2022–) dizisiyle kariyerinin son döneminin en büyük başarısına imza atan Tim Burton, 80’lerden bugüne gotik estetiğin, Hollywood dönemi B-filmlerinin, korku-komedi janrının çağdaş sinemadaki belki de en önemli temsilcisi. Yalnız ve dışlanmış kahramanlarıyla, kurduğu melankolik dünyalarla, Amerikan banliyösünü fantastik bir mekân olarak hayal etme biçimiyle Burton, beslendiği kaynakların çeşitliliğine rağmen sinema tarihinin özgün seslerinden biri olmayı da başarmış bir yönetmen.
Wednesday’in ikinci sezonunun Netflix’in dünya çapında en çok izlenenleri arasına girmesinin ardından üçüncü sezonun hazırlıklarına başlandı. Biz de bu vesileyle, aynı zamanda yapımcı, senarist, oyuncu gibi farklı şapkaları da bulunan Tim Burton’ın yönetmenlik kariyerine yakından bakıyor, en iyi on filmini mercek altına alıyoruz.
10. Frankenweenie (2012)
Tim Burton’ın 1984 tarihli kendi kısa filminden uyarladığı stop-motion animasyonu Frankenweenie (2012), Victor Frankenstein adında bilime meraklı bir gencin köpeği Sparky’yi kaza sonucu kaybedince yaşadığı derin üzüntüyü, Sparky’yi mucizevi şekilde hayata döndürmesini ve Victor’ın arkadaşlarının durumu fark etmesiyle işlerin kontrolden çıkmasını konu alıyor. Ölüleri bilimin yardımıyla diriltme temasını ele alış biçimiyle Frankenweenie, Frankenstein (1931) ve The Wolf Man (1941) gibi korku klasiklerini sevenlerin kaçırmaması gereken bir yapım. Öte yandan Creature from the Black Lagoon (1954) ve The Fly (1958) gibi 50’li yıllarda yapılmış B-filmlerinin görsel üslubunu da ustalıkla günümüze uyarlıyor. Yönetmenliğini Henry Selick’in üstlendiği fakat yapımcı Tim Burton’ın adıyla özdeşleşen The Nightmare Before Christmas’ın (1993) izinden giden film, korku sineması konvansiyonlarını çocuk izleyicilere uygun şekilde yeniden tasarlarken bir yandan da kayıpla yüzleşme ve yas gibi temaları şefkatli bir yaklaşımla işliyor ve listemizin onuncu sırasında yer alıyor.
9. Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street (2007)
Stephen Sondheim’ın Tony ödüllü tiyatro oyunundan uyarlanan Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street (2007), Viktorya Dönemi’nde bir yargıcın adaletsiz kararıyla hapse atılan, bu süreçte eşini ve kızını kaybeden bir adama odaklanıyor. Yıllar sonra Londra’ya takma isimle berber olarak geri dönen adam, gerçekleri keşfedince intikam ateşiyle yanıp tutuşmaya başlıyor. Trajik bir öyküyü müzikal konvansiyonlarına başvurarak anlatan Sweeney Todd, gotik korku ile kara komediyi özgün bir biçimde harmanlar. 19. yüzyıl Londra’sını son derece karanlık, stilize bir teatrallikle temsil eden film The Cabinet of Dr. Caligari (1920) ve Nosferatu (1922) gibi Alman Dışavurumculuğu klasiklerinin görsel üslubunu ödünç alıyor. Tim Burton’ın en sert, en olgun işlerinden biri olan Sweeney Todd’u sevdiyseniz, Burton’ın tematik ve estetik anlamda ona benzeyen Sleepy Hollow’una (1999) da göz atmanızda fayda var.
8. Corpse Bride (2005)
Tim Burton’ın Mike Johnson’la birlikte imza attığı Corpse Bride (2005), yönetmenin en güzel stop-motion animasyonlarından biri. Film, Viktorya döneminde yaşayan Victor Van Dort adlı utangaç bir gencin kaza sonucu ölü bir gelinle “evlenmesini” ve ardından yaşananları konu alıyor. James Whale’in korku klasiği The Bride of Frankenstein’ı (1935) ya da Burton’ın en popüler animasyonu The Nightmare Before Christmas’ı (1993) seviyorsanız, Corpse Bride’dan keyif alma ihtimaliniz de yüksek. Alman Dışavurumculuğunun, Hollywood korku sinemasının ve Avrupa stop-motion animasyon geleneğinin Burton’a özgü bir karışımı olan film melankolik aşk öyküsüyle, tuhaf karakterleriyle, gotik estetiğiyle yönetmenin filmografisinin nadide parçalarından biri.
7. Big Fish (2003)
Daniel Wallace’ın romanından uyarlanan Big Fish’in (2003) Tim Burton filmografisinin en beklenmedik halkası olduğunu söylemek abartılı olmaz. Tüm kariyeri boyunca gotik, kasvetli masallar anlatan Burton, bu filminde hafızaya, geçmişle yüzleşmeye ve hikâyelerin gücüne dair fantastik ama son derece samimi bir baba-oğul öyküsüne imza atıyor. Genç bir gazetecinin ölüm döşeğindeki babasını ziyaret etmesini ve onunla yeniden bir ilişki tesis etmeye çalışmasını konu alan film, anlatı yapısını Orson Welles klasiği Citizen Kane’den (1941) ödünç alırken Forrest Gump’ın (1994) iyimser masalsılığı ile The Wizard of Oz’un (1939) fantastik yolculuk temasını bir araya getiriyor. Burton’ın kendi anne ve babasının ölümlerini kabullenmesine yardımcı olduğunu ifade ettiği Big Fish, yönetmenin en sıcak, en duygusal filmi unvanıyla listemizin yedinci sırasında.
6. Sleepy Hollow (1999)
Washington Irving’in The Legend of Sleepy Hollow adlı klasik öyküsünden uyarlanan Sleepy Hollow (1999), başsız bir süvarinin işlediği rivayet edilen cinayetleri araştırmak üzere küçük bir kasabaya gönderilen polis dedektifi Ichabod Crane’e odaklanıyor. Film, Johnny Depp’in canlandırdığı Crane’in araştırmaları sırasında karanlık sırlar keşfetmesini ve kendini kasabadaki iktidar mücadelesinin ortasında bulmasını karanlık bir üslupla ele alıyor. Polisiye ve fantastik korku geleneklerinden beslenen Sleepy Hollow, Burton’ın önceki filmlerine göre şiddet dozu daha yüksek, daha karanlık bir yapım. Filmin gotik korku türünü yeniden anaakıma taşıma biçimi size hitap ediyorsa, Hammer Stüdyoları’nın korku estetiğini bünyesinde barındıran The Curse of Frankenstein (1957) ve Horror of Dracula (1958) gibi yapımlara da mutlaka bakın.
5. Batman Returns (1992)
Geldik beşinci sıraya... Tim Burton’ın kendisine büyük başarı kazandıran Batman’den iki yıl sonra imza attığı devam filmi Batman Returns’te (1992) Bruce Wayne’in bu kez iki düşmanı var: Gotham City’den intikam almak isteyen grotesk ve trajik karakter Penguen Adam (Danny DeVito) ve ölümden dönüp Catwoman’a dönüşen sekreter Selina Kyle (Michelle Pfeiffer). Batman’in başarısı sayesinde film üzerinde mutlak yaratıcı hakimiyete sahip olan Burton, çizgi roman hissinin bir nebze azaldığı, gotik atmosferin keskinleştiği karanlık bir estetik benimsiyor. Kimlik, iktidar, yabancılaşma, yozlaşma kavramları etrafında karamsar bir tablo çizen Batman Returns’ün tüm bu özellikleri size hitap ediyotsa, toplumsal çöküşü resmetme biçimiyle Fritz Lang klasiği M’yi (1931) ve yine trajik kahramanlara odaklanan The Phantom of the Opera (1925) gibi korku başyapıtlarını izlemenizde fayda var.
4. Ed Wood (1994)
Tim Burton’ın kariyerinin ortalarına doğru “ciddi” bir yönetmen olarak rüştünü ispatladığı filmlerden biri, Edward D. Wood Jr.’a dair biyografik bir yapım olan 1994 tarihli Ed Wood. “Tüm zamanların en kötü yönetmeni” olarak nam salan Wood’un sınırlı yeteneğine ve dönemin endüstrisinin çıkardığı engellere aldırış etmeden hayallerini kovalamasını ince bir duyarlılıkla anlatan film, Glen or Glenda (1953) ve Plan 9 from Outer Space (1959) gibi kült Ed Wood filmlerinin yapım süreçlerindeki talihsizlikleri takip ediyor ve yönetmenin efsanevi korku sineması aktörü Bela Lugosi’yle kurduğu dostluğu anlatma biçimiyle de gönlümüzün bam telini titretiyor. Kendini bir türlü kabul ettirememiş olan Wood’un hayatı Burton’a yalnızlık, dışlanmışlık, toplum tarafından anlaşılmama gibi temalara değinme fırsatı da veriyor tabii. Wood’un 50’lerde çektiği filmlerin estetiğini aynalayan siyah-beyaz sinematografisiyle de kalbimizi çalan Ed Wood, listemizin dördüncü sırasında.
3. Beetlejuice (1988)
Tim Burton’ın kendine özgü üslubunu tüm dünyaya tanıtan ve yönetmene ilk büyük başarısını kazandıran Beetlejuice (1988) sıradışı bir perili ev masalı. Filmde, trafik kazasında hayatını kaybeden Maitland çifti, boşaltılmış evlerine yeni taşınan Deetz ailesini bir türlü korkutup kaçıramayınca eksantrik hayalet Beter Böcek’in yardımına başvuruyor. Ancak tabii ki işler beklendiği gibi gitmiyor... Stop-motion animasyondan faydalanan, görsel numaralarla izleyiciyi sürekli şaşırtan Beetlejuice korku, komedi, müzikal, fantastik sinema unsurlarını özgün bir yaklaşımla iç iç geçiriyor. Filmdeki perili ev motifi size hitap ediyorsa House on Haunted Hill’i (1959), estetik yaklaşım ilginizi çekiyorsa da Nosferatu (1922) ve Metropolis (1927) gibi Alman Dışavurumculuğu klasiklerini izlemenizi tavsiye edebiliriz. Tüm bunların üzerine, Michael Keaton’ın çılgın enerjisinin de filme seviye atlattığını da söylememiz gerekir.
2. Batman (1989)
DC Comics’in 1960’lı yıllarda daha hafif ve eğlenceli bir macerayla ekranlara gelen maskeli kahramanı, Tim Burton’ın 1989 yapımı filmi Batman’le tamamen kabuk değiştiriyor ve çok daha karanlık bir tona bürünüyor. Michael Keaton’ın o güne kadarki süper kahramanların aksine cool ve sessiz bir Batman portresi çizdiği filmde Jack Nicholson da Joker’i bugün hâlâ bir benzeri yaratılamamamış özel bir kötü adama dönüştürüyor. Çizgi romanların renkli dünyası ile Tim Burton sinemasına özgü gotik estetiği muhteşem bir biçimde harmanlayan Batman biraz Alman Dışavurumculuğu tadı, biraz Little Caesar (1931) ve The Public Enemy (1931) gibi filmlerden miras bir gangster filmi duygusu taşıyor. Günümüzdeki “ciddi” süper kahraman uyarlaması geleneğinin temellerini atması açısından da önem taşıyan film, listemizin ikinci sırasında olmayı sonuna kadar hak ediyor.
1. Edward Scissorhands (1990)
Ve geldik listemizin zirvesine… Ellerinin yerinde devasa makaslar bulunan Edward’ın hikâyesini anlatan Edward Scissorhands’in (1990) birinci sırada olması herhalde kimse için sürpriz olmayacaktır. Filmde, Amerikan banliyösünde münzevi hayatı süren Edward orta sınıf bir ailenin yanına yerleşince hem toplumla ilişkiye giriyor hem de ailenin kızı Kim’le duygusal bir yakınlaşma yaşıyor. Ancak Edward’ın özellikleriyle toplumun beklentileri ile önyargıları arasındaki uyuşmazlık işleri karmaşıklaştırıyor haliyle. Başkalarından farklı olmaya, çoğunluğa uyum sağlamanın zorluğuna ve genel olarak yalnızlığa dair naif ve sembolik bir film olan Edward Scissorhands hem bir Frankenstein (1931) anlatısı, hem de bir Beauty and the Beast (1946) masalı, ama bunların yanında Douglas Sirk’ün All That Heaven Allows’ını (1955) hatırlatan bir banliyö melodramı hissiyatı da taşıyor. Kimileri Beetlejuice’u ya da Batman’i daha yukarılara koyabilir ama tüm o duygusal kırılganlığı ve masumiyetiyle Edward Scissorhands bize göre Tim Burton’ın tüm kariyerinin en iyi filmi unvanının sahibi.




































