Yorgos Lanthimos son yıllarda üst üste gelen Emma Stone’lu filmleriyle Hollywood’un gözde yönetmenlerinden biri haline geldi. Özellikle The Favourite (2018) sonrası Poor Things (2023), Kinds of Kindness (2024) ve Bugonia’yla (2025) bir nevi seri üretime geçti de diyebiliriz… Lanthimos’u ayrıca “Yunan Tuhaf Dalgası”nı dünyaya tanıtan yönetmen olarak da tanıyoruz.
Dogtooth’la (2009) ismini dünya çapında duyuran yönetmeni Hollywood’a transfer eden yapım ise The Lobster (2015) olmuştu. Ancak 2000’ler sonrası kimi Yunan filmlerini altında toplayan bu “tuhaf dalga” yalnızca Lanthimos’tan ibaret değil. Eğer yönetmenin daha erken dönem filmlerini, özellikle de Kinetta (2005), Alps (2011) ve Dogtooth’u seviyorsanız, bu dalganın farklı örneklerini bir araya getirdiğimiz listemize bir göz atın deriz. En kötüden en iyiye sıraladığımız listemizi hazırlarken tuhaflık dozuna özellikle dikkat ettik. Lanthimos seviyorsanız fakat Lanthimos’tan bıktıysanız, bu liste tam olarak sizin için.
10. Xenia (2014)
Listemizin onuncu sırasında Atina’dan Selanik’e uzanan bir gençlik ve yol filmi var: Xenia (2014). Tam olarak “tuhaf dalga” kalıplarına uymasa da, Sovyetlerin dağılması sonrası artan göç dalgasıyla birlikte Avrupa’nın ve Yunanistan’ın yaşadığı politik dönüşüm ve sancıların tam ortasında geçiyor Xenia. Bu anlamda akımın biraz daha yumuşak bir örneği diyebiliriz film için. Özellikle aidiyet ve kimlik meselesi üzerine yer yer oldukça renkli, yer yer ise düşündürücü bir hikâye anlatan filmde başrolde iki kardeşi canlandıran oyuncuların performansı özellikle dikkate değer. Avrupa’da geçen benzer göç ve yol hikâyeleri için ise Fatih Akın’dan Im Juli (2000), Dardenneler’den Lorna’s Silence’ı (2008) ve Kaurismäki’den Le Havre’ı (2011) öneririz.
9. Miss Violence (2013)
Listemize yine 2010’ların başından, 11 yaşındaki bir çocuğun intiharıyla başlayan fazlasıyla karamsar filmle devam ediyoruz: Miss Violence (2013). Tıpkı Dogtooth gibi aile kurumunun iç yüzüne sert bir bakış atan film, özellikle baba figürü üzerinden aile içi şiddet ve istismar meselesine değiniyor. Listemizde ele aldıkları meseleleri kara mizahla dengeleyen filmlere nazaran çok daha sert ve ağır filmle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Yine de toplumsal gerçekliği tokat gibi seyircinin suratına çarpan bu tip işlerle bir derdiniz yoksa, Miss Violence’ı izlemenizi “şiddetle” öneriyoruz. Bir kez daha bir aile hikâyesi üzerinden Yunan toplumunun ekonomik ve siyasi krizlerine şahit olacak, Tuhaf Dalga’nın mesafeli anlatımını ve soğuk mizacını her bir zerrenizde hissedeceksiniz.
8. Suntan (2016)
Listemizin sekizinci sırasında biraz daha “sıcak” bir filme yer veriyoruz: 40’larında bir adamın çıktığı yaz tatiliyle birlikte yaşadığı yıkıcı dönüşüme odaklanan Suntan’a (2016). Ele aldığı orta yaş krizi temasıyla ilk bakışta Sorrentino’nun The Great Beauty (2013) ve Youth (2015) filmlerini akla getiren Suntan, bu filmlerin tuhaf dalgadan nasibini almış, sınırları fena halde zorlayan bir versiyonu. Film, bu kez aile değil fakat birey toplum çatışması ve mevsim geçişleri üzerinden Yunanistan’ın geçirdiği toplumsal dönüşümleri, göç ve ekonomik krizin etkilerini ele alıyor. Özellikle Sorrentino’nun versiyonlarında yer yer romantize edilen bu hedonist erkek bakışı, burada ise doyumsuz ve çarpık bir zihnin dışavurumuna dönüşüyor ve fazlasıyla rahatsız edici bir deneyim sunuyor seyirciye. Filmi listemizdeki bir başka “yazla gelen orta yaş krizi” filmi Chevalier’le (2015) birlikte double-feature olarak da izleyebilirsiniz…
7. Strella (2009)
Yedinci sıramızda 2000’ler sonuna dönüyor ve akımın daha erken dönem örneklerinden Strella’ya (2009) yer veriyoruz. 14 sene boyunca hapiste kalan bir adam ile trans bir seks işçisi arasındaki ilişkiyi konu alan film; bir kez daha aile, aidiyet ve kimlik konularına “tuhaf” bir perspektiften bakan, etkileyici bir Yunan filmi. Lanthimos imzalı The Killing of a Sacred Deer (2017) benzeri, Yunan trajedilerinin modern versiyonlarına meraklıysanız bu filme mutlaka bir göz atmanızı öneririz. Ancak akımın metaforlarla dolu anlatımı nedeniyle karakterlerle özdeşlik kurmakta yer yer zorlanabileceğinizi ekleyelim. Bu anlamda sonunda bir rahatlama yaşayacağınız, klasik bir trajedi beklemeyin. Ayrıca ekleyelim, filmin sonundaki twist kimi seyircilerimiz için fazlasıyla şaşırtıcı olabilir…
6. Chevalier (2015)
İsmini listemizin ikinci sırasında yer verdiğimiz Attenberg’le (2010) duyuran Athina Rachel Tsangari imzalı Chevalier (2015), toplumsal erkeklik üzerine modern bir fars adeta. Bir grup erkeğin bir yatta geçirdikleri zamana odaklanan yapım, rekabet uğruna tuhaf durumlara düşen bu altı adama trajikomik bir bakış atıyor. Listemizde kara mizah anlamında en başarılı işlerden biri olan Chevalier, görece izlemesi daha “keyifli” bir tuhaf dalga örneği. Bu anlamda ton olarak biraz Lanthimos’un The Lobster’ını ve yine listemizde yer verdiğimiz bir başka tuhaf dalga örneği Pity’yi (2018) da andırıyor. Özellikle kısıtlı mekanda geçen filmleri ve erkeklik krizi filmleri seviyorsanız, Chevalier’i yine bir gemide geçen Tolga Karaçelik imzalı Sarmaşık’la (2015) double feature yapmanızı öneririz.
5. Pity (2018)
Beşinci sıramızda 2000’ler sonunda kara mizah dozu fazlasıyla yüksek bir tuhaf dalga örneği var: Pity (2018). Karısı hasta olduktan sonra herkesin ona acıdığını ve çok ilgili davrandığını fark eden bir adama odaklanan film, toplumsal nezaket kurallarına ve ilgi ihtiyacının “sömürü” tarafına dair eleştirel bir anlatı kuruyor. Nezaketi ve merhameti sorgulayan ve ortaya karanlık bir portre koyan film, bu anlamda Lanthimos’un Kinds of Kindness’ını da andırıyor. Filmin ana karakteri üzerinden kurduğu “ifadesiz yüz mizahı”nı (deadpan humour) ve “acındırma” performansını müthiş bir şekilde kullanan Yannis Drakopoulos’un oyunculuğuna dikkat çekmekte yarar var. Film yer yer fazlaca tekrara düşüp fazla durağan yerlere savrulsa da, genel olarak kendini izletebilen, yavaş temposuna rağmen sürükleyici bir tuhaf dalga örneği.
4. Apples (2021)
Dördüncü sıramızda akımın son yıllardaki en ilginç ve etkileyici örneklerinden biri var, bir tür “hafıza kaybı” salgınını konu alan Apples (2021). Bir kaybı unutmak ve yasını ertelemek adına hafızasını kaybetmiş gibi davranan bir karaktere odaklanıyor film. Bir kez daha ifadesiz suratlarla dolu olan filmde bu ifadesizliğin bir nedeni var bu sefer, hafızasızlık. Kişisel hafızayla toplumsal hafıza arasındaki bağı oyunbaz bir “yeniden doğuş” anlatısıyla elen alan film, konusuna rağmen listemizdeki karanlık yönü en az hissedilen film. Çok fazla bunalmamak, ama tuhaf dalgaya bir göz atmak isterseniz biraz daha hafif bir seçenek olarak Apples’ı izlemenizi öneririz. Özellikle filmin aşk ve hafıza konusundaki naif tavrı, yine Lanthimos imzalı The Lobster’daki aşk cehenneminin tam tersi…
3. Alps (2011)
Listemizin zirvesine yaklaşırken elbette Lanthimos’un erken dönem örneklerine yer veriyoruz. Lanthimos’un Dogtooth’u da birlikte kaleme aldığı ortak senaristi Efthymis Filippou’nun imzası, Alps’in (2011) her yerine sinmiş durumda. (Hollywood’a transfer olan Lanthimos’un, Filippou’yla tekrar bir araya gelmesi hiç de fena olmazdı diye de ekleyelim…) Alps isimli bir “girişime” odaklanan film, absürdlüğün sınırlarını zorluyor ve yakınlarını kaybetmiş insanlara bir tür “oyuncu” hizmeti sunuyor. Toplumda ve ailedeki rollere dair karamsar bir portre çizen filmdeki bu “yeri doldurulabilirlik” temasını hem The Lobster’ın eş bulmayı kafaya takmış toplumunda hem de The Killing of a Sacred Deer’deki “kısasa kısas” öyküsünde bulabiliyoruz. Dolayısıyla Lanthimos sinemasına ilk defa başlayanlar ya da yönetmenin erken dönemine hakim olmayanlar, Alps ve Dogtooth ile hızlı bir başlangıç yapabilir. Zira iki film de yönetmenin tüm meselelerini ve üslubunu yansıtıyor ve ayrıca Tuhaf Dalga’nın tüm özelliklerini taşıyor.
2. Attenberg (2010)
Listemizde kimi zaman özellikleri tam olarak adlandırılamayan “tuhaf dalga”nın farklı örneklerine yer verdik. Fakat zirvemizin üst sıralarında bu türün özelliklerini belirleyen ve dünyaya tanıtan filmlere yer veriyoruz. İkinci sıramızda Chevalier’nin yönetmeni Tsangari’nin ünlü filmi Attenberg (2010) de hem ifadesiz oyunculuğu ve absürt hikâyesi, hem de insan ilişkilerine, toplumsal rollere ve cinselliğe bakış tarzıyla bu filmlerden biri. İnsanlar yerine doğa belgesellerini tercih eden bir genç kız ve arkadaşının “tuhaflıkların” odaklanan yapım, kimlik ve aidiyet gibi meselelere cinsellik üzerinden özgür ve sıradışı bir bakış atıyor. Bu anlamda Dogtooth kadar şiddetli olmasa da sınırları politik bir itkiyle zorlayan ve cinsellikte norm kabul edilen her şeyi altüst eden bir yaklaşımı var filmin.
1. Dogtooth (2009)
Listemizin zirvesinde elbette akımın en popüler filmi, Lanthimos’u Lanthimos yapan film, Dogtooth (2009) var. Bir evin içinde dış dünyadan tamamen kopuk bir şekilde yetiştirilen üç kardeşe odaklanan yapım, ilk yayınlandığında Yunanistan’a dair politik bir alegori olarak okunmuş, Lanthimos ise buna karşı çıkmıştı. Daha çok dilin iktidarla ilişkisine ve aile kurumuna içkin iktidar mekanizmalarına bakan yapım, bir tür toplumsal “deneyin” de filmi gibiydi. Topluma karışmamış bu “orman çocukları” büyüseydi neler olurdu sorusunun peşinden giden film, bireyin iradesine ve direnişe dair beklenmedik bir sonla bitiyor, film boyunca kurduğu cehenneme bir virgül atıyordu. İster listemizdeki filmlere göz attıktan sonra izleyin, ister ilk başta izleyin, Yunan Tuhaf Dalgası muhtemelen aklınızda Dogtooth ile yer edecektir. Lanthimos sinemasının özünün en süssüz ve özgün şekilde kendini gösterdiği film, yönetmenin şimdiki seri üretim filmlerine âdeta bir panzehir gibi… Aile-toplum içi şiddet dinamiklerini inceleyen benzer sertlikte bir film için Haneke’den The White Ribbon’ı (2009), bir başka “kapalı toplum” denemesi içinse Shyamalan’dan The Village’ı (2004) öneriyoruz.




































