1989 yılında İngiltere’de, Berkshire’da doğan Nicholas Hoult 90’lı yılların sonlarından itibaren çocuk oyuncu olarak pek çok filmde oynadıktan sonra ilk büyük çıkışını henüz 13 yaşındayken, 2002 tarihli About A Boy’la yaptı. Kariyeri emin adımlarla yükselen oyuncu, aradan geçen yirmi yılı aşkın sürede büyük bütçeli aksiyon filmlerinden polisiye gerilimlere, tarihî epiklerden fantastik yapımlara çok farklı türlerde hep aynı şekilde etkileyici bir performans ortaya koymayı başardı.
Son olarak James Gunn imzalı Superman’de sinema tarihinin unutulmaz kötülerinden Lex Luthor’a yeniden hayat veren Nicholas Hoult’un kariyerinin köşe taşlarını merak ediyorsanız, JustWatch’ın hazırladığı bu rehbere göz atabilirsiniz.
About a Boy (2002)
Londra’da yaşayan 38 yaşında özgür ruhlu, başına buyruk bir adam olan Will Freeman, bir gün artık tüm arkadaşlarının evlenmek ve çocuk sahibi olmak gibi yetişkin sorumluluklarını üstlenmeye başladıklarını fark eder ve boşluğa düşer. Bekâr bir baba numarası yaparak bekâr annelerle görüşmeye başlayan Will, bağlanma zorunluluğu hissetmeden bir dizi kısa süreli ilişki yaşar. Ama pek çok açıdan kendisinden çok farklı olan 12 yaşındaki Marcus’la tanışınca hayata bakışı değişmeye başlayacaktır. Nick Hornby’nin aynı adlı sevilen romanından uyarlanan About A Boy’da büyümemiş gözde bekâr Will’i Hugh Grant canlandırırken, Nicholas Hoult da onun geçireceği değişimi tetikleyen küçük Marcus rolündeki parlak performansıyla dikkatleri üzerine çeker.
Skins (2007-2013)
Yirmili yaşlarına yaklaşan Hoult’un dikkatlerini üzerine çektiği yapımlardan biri, ergenlik dönemine keskin ve gerçekçi bir bakış atan İngiliz gençlik draması Skins olur. Büyüme sancılarıyla, kimlik arayışıyla ve duygusal ilişkilerle mücadele eden bir grup genci konu alan dizi her bölümünde farklı bir karakterin kişisel yolculuğuna odaklanır. Tabu meseleleri ele alma konusundaki cesaretiyle hem beğeni toplayan hem de tartışma yaratan dizinin ilk iki sezonunda Nicholas Hoult, etrafındakileri manipüle etme eğilimindeki zeki ve karizmatik Tony Stonem’i canlandırır. Tony’nin karmaşık kişiliğini yansıtmadaki becerisiyle övgüler alan Hoult, yeri geldiğinde sert, yeri geldiğinde kırılgan olabilen bir karakter portresi ortaya koymuştur.
A Single Man (2009)
Ünlü moda tasarımcısı Tom Ford’un ilk uzun metrajlı filmi A Single Man etkileyici atmosferi ve görsel dünyasıyla dikkat çeken bir dramdır. 1962 yılının Los Angeles’ında geçen film, aniden ölen sevgilisinin yasını tutan İngiliz akademisyen George Falconer’ı merkeze alır. Büyük bir acı çeken George gerçeklik ile hatıralar arasında gidip gelirken yaşamına son vermeyi dahi düşünür. Eşcinselliğin çok daha fazla toplumsal baskıyla karşılaştığı bir dönemde geçen A Single Man’de Nicholas Hoult, George’un acısını anlayan ve onunla bağ kurmaya çalışan Kenny Potter adında bir öğrencisini canlandırır. Nazik olduğu kadar baştan çıkarıcı Kenny karakterinin, duygusal anlamda filmin merkezinde yer aldığı söylenebilir.
X-Men: First Class (2011)
Kariyeri hızla yükselen Nicholas Hoult, 2011 yılında X-Men serisinin prequel’ı niteliğindeki Matthew Vaughn imzalı X-Men: First Class’te rol alır. Soğuk Savaş döneminde, 1960’larda geçen film X-Men’in ve Mutant Kardeşliği’nin ortaya çıkışını anlatırken Charles Xavier ve Magneto arasındaki yakın dostluğa ve ilk fikir ayrılıklarına da yer verir. İkili, genç mutantları toplayarak bir ekip kurmaya çalışırken Sebastian Shaw’un ortaya çıkışı, dünyayı felaketin eşiğine sürükleyecektir. Çizgi roman estetiğini tarihî bir arka planla birleştiren X-Men: First Class’te Nicholas Hoult, nihayetinde “Beast” karakterine dönüşecek olan, insanüstü bir çevikliğe sahip bilim insanı Hank McCoy’u canlandırır. Hank’in dışarıya yansıyan çekingenliği ile içinde kopan fırtınaları başarıyla temsil eden Hoult, karakteri X-Men serisinin sonraki filmlerinde de canlandıracaktır.
Mad Max: Fury Road (2015)
George Miller’ın efsanevi Mad Max serisine uzun yıllar sonra geri dönüşünü müjdeleyen ve gerek izleyiciyi gerekse eleştirmenleri gafil avlayan epik distopya Mad Max: Fury Road, aynı zamanda Nicholas Hoult’un da en unutulmaz performanslarından birine sahne olur. Çölleşmiş bir dünyada geçen filmde Tom Hardy ve Charlize Theron, Immortan Joe’ya karşı mücadele eden Max ve Furiosa’yı canlandırırken Hoult da kötücül Immortan Joe’nun sadık askerleri arasında yer alan “savaş çocuğu” Nux rolündedir. Nux’ın çılgınlığını, gözükaralığını ve ilerleyen sahnelerde karakterinin kazandığı trajik niteliği mükemmelen perdeye yansıtan Hoult, pek çok izleyici için filmden geriye kalan en etkileyici öğelerden biri olur. Altı dalda Oscar ödülü kazanan Mad Max: Fury Road’un Nicholas Hoult filmografisinde özel bir yere sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz.
The Favourite (2018)
Yorgos Lanthimos’u büyük bir Hollywood yıldız haline getiren The Favourite filminde Nicholas Hoult, güçlü kadın figürlerinin savaşına sahne olan sarayda kendi konumunu korumaya çalışan muhalefet lideri Robert Harley rolündedir. Emma Stone’un canlandırdığı Abigail’i etkisi altına almaya ve böylece kraliçeyi manipüle etmeye çalışan Harley, filmin hiciv yüklü tonuna uygun olarak zeki ve sinsi, ama aynı zamanda gösterişli ve teatral bir karakter olarak resmedilir. Esas sahne Rachel Weisz, Emma Stone ve Olivia Colman’a aittir elbette ama Nicholas Hoult da onları destekleyen bir performans ortaya koymayı başarır. On dalda Oscar’a aday olup Olivia Colman’a En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazandıran The Favourite, hiç kuşkusuz Hoult’un kariyerinin en nadide parçalarından biridir.
Tolkien (2019)
Yüzüklerin Efendisi’nin ve Hobbit’in yazarı J.R.R. Tolkien’in gençliğine odaklanan Dome Karukoski imzalı Tolkien, yazarın lise yıllarındaki dostluklarını, Edith Bratt’le yaşadığı aşkı ve Birinci Dünya Savaşı’nda cephede edindiği dehşet verici deneyimleri takip eder. Tolkien’in bu dönemde yaşadıkları ile eserlerinin zengin dünyası arasındaki bağlantıyı kurmaya çalışan film, bir yandan da genç Tolkien’in dile yatkınlığına ve hayal gücünün genişliğine özel bir vurgu yapar. Tolkien çok iyi eleştiriler almasa da başroldeki Nicholas Hoult, efsaneleşmiş bir figürü ete kemiğe büründürme konusunda çok iyi iş çıkarır ve bir kez daha derinlikli bir karakter portresi ortaya koymayı başarır.
The Great (2020-2023)
Nicholas Hoult’un kariyerindeki en önemli dizilerden biri, Çariçe Büyük Katerina’nın gençlik yıllarını konu alan The Great’tir. Prusya’dan gelip Çar III. Peter’le evlenen ve hızla iktidarı ele geçiren Katerina’nın çevresiyle ve özellikle de kocası Peter’le ilişkisini merkeze alan dizi, saray içindeki politik entrikaları keskin bir mizahla ele alır. İktidar, patriyarka, devrim gibi kavramları işlerken benimsediği üslup açısından Yorgos Lanthimos’un The Favourite’ini, anakronik bir bakıştan beslenen mizah anlayışı açısından da Sofia Coppola’nın Marie Antoinette’ini akla getiren dizi büyük beğeniyle karşılanır ve pek çok dalda Emmy ödülü kazanır. Çar III. Peter’i oynayan Nicholas Hoult çocuksu olduğu kadar dehşet verici bir despot portresi çizer. Hoult’un bu roldeki komedi zamanlaması övgülerle karşılanmış, kendisine Altın Küre ve Emmy dahil çeşitli adaylıklar kazandırmıştır.
Nosferatu (2024)
Korku ve gerilim sinemasının günümüzdeki en saygın isimlerinden Robert Eggers’ın yönettiği Nosferatu, Almanya’nın Wisborg kasabasında yaşayan yeni evli emlakçı Thomas Hutter’ın gizemli Kont Orlok’la bir iş görüşmesi yapmak üzere Transilvanya’ya gitmesini ve bu yolculukla karısı Ellen’ın başına büyük bir bela açmasını konu alır. Gergin atmosferi ve karanlık görselliğiyle dikkat çeken Nosferatu’nun başrollerini Bill Skarsgård, Lily‑Rose Depp ve Willem Dafoe’yla paylaşan Nicholas Hoult, Thomas Hutter karakterinin yaşadığı korku, dehşet ve çaresizlik hissini kuvvetli bir biçimde yansıtır, doğaüstü olayların ortasında kalan sıradan bir adama kattığı insani boyutla rol arkadaşlarının performanslarını da yükseltir.
The Order (2024)
Justin Kurzel’ın yönettiği The Order 1983 yılında, Idaho eyaletinde geçen bir polisiye gerilimdir. Senaryosu yaşanmış olaylara dayanan film, FBI ajanı Terry Husk’ın ve peşine düştüğü beyaz üstünlükçü radikal örgütün hikâyesini anlatır. Nicholas Hoult’un örgütün liderlerinden Bob Mathews’u canlandırdığı film, western manzaralarının sükuneti ile şiddet ve gerilim dozu yüksek bir anlatıyı bir araya getirir. Başrolü Jude Law’la paylaşan Nicholas Hoult bir kez daha derinlikli bir karakter portresi çizmeyi başarır. Bob Mathews’un tüm korkunçluğuna rağmen karizmatik ve çekici karakteri, radikal örgütlerin kitleler nezdindeki cazibesine dair önemli bir altyapı sunar ve filmi sıradan bir gerilimden karakter odaklı psikolojik bir dramaya dönüştürür.
Nicholas Hoult’un rol aldığı en iyi film ve dizileri Türkiye’de çevrimiçi izleyin
Yıldızı giderek daha çok parlayan Nicholas Hoult’un en iyi film ve dizilerini Türkiye’de hangi platformlarda izleyebileceğinizi merak ediyorsanız streaming platformlarıyla ilgili güncel verilerimize göz atabilir, hangi film ya da dizinin kiralama, satın alma ve abonelik seçenekleriyle izlenebildiğini öğrenebilirsiniz.




































