İlk olarak Gia Coppola’nın Palo Alto’sunda (2013) ufak bir rolde karşımıza çıkan Margaret Qualley, gizemli ve sarsıcı The Leftovers (2014-2017) dizisiyle dikkatleri üzerine çekti ve o günden bugüne kariyer basamaklarını sağlam adımlarla tırmanmaya devam ediyor. On yıllık bir süreç içinde yan rollerden başrollere terfi eden Qualley sinemada artık Quentin Tarantino, Ethan Coen, Yorgos Lanthimos, Claire Denis, Richard Linklater gibi saygın yönetmenlerle çalışan, küçük ekranda da dizilerin sürükleyici oyuncusu rolünü üstlenebilen bir yıldız.
Margaret Qualley’nin kısa zamanda oluşturduğu zengin filmografinin derinliklerinde kaybolmadan oyuncunun en iyi performanslarına izlemek isterseniz, hazırladığımız liste tam size göre.
10. Drive-Away Dolls (2024)
Ethan Coen’in Joel Coen’le yollarını ayırdıktan sonra çektiği ilk film olan Drive-Away Dolls’ta (2024) Margaret Qualley, kariyerinin en çılgın, en canlı performanslarından birini sergiliyor. Kız arkadaşından ayrılmanın acısıyla, içine kapanık kankası Marian’ı (Geraldine Viswanathan) da yanına alarak Amerikan güneyinde macera dolu bir yolculuğa çıkan Jamie rolünde Qualley, oyunculuk repertuarının yalnızca çekici ya da gizemli karakterlerle sınırlı olmadığını, komedi zamanlaması konusunda da gayet maharetli olduğunu kanıtlıyor. Raising Arizona (1987) ve O Brother, Where Art Thou? (2000) gibi Coen Biraderler kara komedilerinin feminist ve kuir bir tona sahip ama aynı zamanda çok da hafif ve uçucu bir versiyonu olan Drive-Away Dolls, filmin sürükleyici öğesi olan Margaret Qualley’nin eğlenceli ve oyunbaz yüzünü görmek isteyenler için harika bir seçenek.
9. Sanctuary (2022)
Neredeyse tamamı tek bir otel odasında ve iki karakter arasında geçen Sanctuary’de (2022) Margaret Qualley, o güne kadarki en katmanlı, en derinlikli oyunculuklarından birini ortaya koyuyor. Rebecca adında bir dominatrix ile onunla ilişkisini bitirmeye karar veren zengin müşterisi Hal (Christopher Abbott) arasındaki iktidar mücadelesini konu alan bu erotik gerilimde Qualley yeri geldiğinde cazibesini kullanan, yeri geldiğinde acımasız bir manipülasyona başvuran, bazen de kırılgan yüzünü gösteren çok boyutlu bir karakter portresi çiziyor. Who's Afraid of Virginia Woolf? (1966) ve Secretary (2002) gibi klostrofobik bir ortamda erotizmin ya da psikolojik gerilimin dozunu yükselten ve bir yandan da kara mizaha meyleden filmlerden hoşlanıyorsanız, gösterime girdiğinde biraz gözden kaçmış olan ve listemizin dokuzuncu sırasına yerleşen Sanctuary’de Margaret Qualley’nin en karizmatik performanslarından birine tanık olabilirsiniz.
8. The Nice Guys (2016)
Listemizin sekizinci sırasında, Margaret Qualley’nin kariyerinin ilk önemli rolünü üstlendiği Shane Black imzalı The Nice Guys (2016) bulunuyor. Lethal Weapon (1987) usulü kanka-polis komedilerine kara film unsurları ekleyen filmin merkezinde Ryan Gosling ve Russell Crowe yer alırken Qualley de tüm macerayı tetikleyen karakteri, çevreci aktivist Amelia’yı canlandırıyor. İki dedektifin 1970’ler Los Angeles’ında izini sürdüğü kayıp kadın Amelia, bu tür anlatıların alışılageldik “kurtarılmayı bekleyen edilgen kadın” figüründen ziyade idealleri doğrultusunda her şeyi göze almış cesur ve enerjik bir karakter olarak resmediliyor. Aksiyon ve slapstick komedi tonuyla Drive-Away Dolls’la kıyaslanabilecek filmde Qualley, iki başrol oyuncusunun önüne geçmeyen ama ne zaman ortaya çıksa onların hiç de gölgesinde kalmayan bir performans sergiliyor.
7. Stars at Noon (2022)
Claire Denis imzalı Stars at Noon’da (2022) Margaret Qualley siyasi çalkantılardan geçen Nikaragua’da mahsur kalan Amerikalı gazeteci Trish’i canlandırıyor. Ülkeden çıkmanın yollarını ararken gizemli bir İngiliz işadamıyla (Joe Alwyn) tanışan Trish, kendini giderek sarpa saran bir ilişkiler ağının ortasında buluyor. Denis’nin zamansız bir atmosfer kurduğu, şehrin sokaklarına bir tekinsizlik, otel odalarına yoğun bir erotizm kattığı filmde Qualley de gerek bedeniyle, gerek yüz ifadeleriyle, ana karakterin arzu ile endişe, merak ile korku arasında salınıp duran gelgitlerini ikna edici bir biçimde yansıtıyor. Yabancı bir ülkede savaş ve çatışmanın ortasında kalan gazetecilere odaklanan The Year of Living Dangerously (1982) ve Salvador (1986) gibi yapımların Claire Denis usulü, tensel bir estetiğe sahip, ağır tempolu bir yorumu olan Stars at Noon, Qualley’nin son derece doğal ve bir o kadar da büyülü performansıyla listemizin yedinci sırasında yer alıyor.
6. Fosse/Verdon (2019)
Koreograf ve yönetmen Bob Fosse (Sam Rockwell) ile tüm zamanların en başarılı Broadway dansçılarından Gwen Verdon (Michelle Williams) arasındaki yaratıcı ortaklığa ve inişli çıkışlı romantik ilişkiye odaklanan sekiz bölümlük mini dizi Fosse/Verdon’da (2019) Margaret Qualley, bir dönem Fosse’nin sevgilisi olan yetenekli dansçı Ann Reinking’i canlandırıyor. Biçimsel olarak yer yer Fosse’nin Cabaret (1972) ve All That Jazz (1979) gibi başyapıtlarına öykünen dizide Qualley, kendinden yirmi yaş büyük bir adamı tüm zorluklarına rağmen sevmekten vazgeçmeyen, ama bu süreçte kendi duruşunu da koruyan sağlam bir karaktere hayat veriyor. Dizinin yoğun duygusallığı içinde ayakları yere basan bir performans ortaya koyan Qualley’nin karakteri inandırıcı kılmasında, küçük yaşta aldığı bale eğitiminin de payı var kuşkusuz.
5. Kinds of Kindness (2024)
Poor Things’deki (2023) ufak rolünden sonra Margaret Qualley, Yorgos Lanthimos’un bir sonraki filmi Kinds of Kindness’ta (2024) daha merkezî bir rol üstlendi ve filmin farklı hikâyelerinde Vivian, Martha ve Ruth karakterlerini canlandırdı. Oyuncu, güç ve kırılganlık arasında gidip gelen bu karakterlerden birinde otoriter bir adamın hizmetkârına, birinde kaybolduktan sonra gizemli bir şekilde yeniden ortaya çıkan, görünüşte masum bir kadına, birinde de ruhsal özgürlüğü kovalayan bir tarikatın sadık bir müridine ufak ama ustaca nüanslarla hayat veriyor. Filmin parçalı anlatısının farklı bölümleri arasındaki duygusal tutkalın önemli unsurlarından biri olan Qualley’yi Lanthimos’un benzersiz evreninde izlemek son derece keyifli. Elbette bu rolünde, oyuncunun Once Upon a Time… in Hollywood’daki (2019) ya da Sanctuary’deki karizmasının yerini tedirgin edici bir tuhaflık alıyor. Çoğu sahnede hem saf ve masum hem de son derece tehlikeli görünmeyi başaran ve filmin tahakküm ile özgürlük arasında gidip gelen anlatısına muhteşem bir şekilde katkıda bulunan Qualley’nin performansındaki bu zenginlik, Kinds of Kindness’ı listemizin beşinci sırasına taşıyor.
4. Once Upon a Time… In Hollywood (2019)
Özellikle The Leftovers (2014-2017) dizisiyle dikkatleri üzerine çeken Margaret Qualley, Quentin Tarantino’nun da radarına girdi ve yönetmenin son filmi Once Upon a Time… in Hollywood’da (2019) Manson tarikatının gizemli ve tekinsiz üyesi Pussycat olarak karşımıza çıktı. Pussycat’in dublör Cliff Booth’a (Brad Pitt) otostop çektiği ve ardından yol boyunca onunla flört ettiği sahne, filmin unutulmaz anlarından biri. Akıllara Badlands (1973) ve The Last Picture Show (1971) gibi 70’li yıllara damga vurmuş kült filmleri getiren bu sahne ve devamında Manson’ların tekinsiz taşra evinde yaşananlar, aynı zamanda dönemin cinsel özgürleşme rüzgârına şüpheyle yaklaşan bir bakışı da barındırıyor. Bir yandan genç, güzel ve görünüşte masum, diğer yandan anlaşılmaz ve tehditkâr, kısacası erkek bakışıyla çizilmiş bir fantezi aslında Pussycat. Margaret Qualley’nin filmdeki sınırlı rolüne rağmen karakteri hafızamıza nasıl kazıdığını hesaba katarak Once Upon a Time… in Hollywood’u listemizin dördüncü sırasına alıyoruz.
3. The Leftovers (2014-2017)
Geldik Margaret Qualley’nin ilk büyük çıkışını yaptığı The Leftovers’a (2014–2017). Six Feet Under (2001–2005) ve Lost (2004–2010) gibi dizilerin gizemli ve gerçeküstücü tonundan hoşlananların kaçırmaması gereken The Leftovers dünya nüfusunun yüzde 2’sinin aniden ortadan kaybolduğu gizemli olayın üç yıl sonrasında başlarken, Qualley de olayın duygusal şokunu atlatmaya çalışan ve bir yandan da gençliğin çalkantılarıyla boğuşan Jill Garvey’yi canlandırıyor. Önceleri acısını pervasız davranışlarla bastırmaya çalışan isyankâr ve tepkili bir lise öğrencisi olan Jill, hikâye ilerledikçe filmin en dayanıklı ve duygusal anlamda en açık karakterlerinden birine dönüşüyor. İçinde fırtınalar kopan Jill’i son derece dengeli bir performansla oynayan Qualley, dizinin yas, kaybı kabullenme ve hayatta anlam arayışı gibi temalarının da vücut bulduğu karakterlerden biri. Ailesinin eski videolarını izlerken yüzüne yansıyan yıkım duygusuyla, annesiyle yeniden bir araya geldiği sahnedeki gerginliğiyle hafızalara kazınan oyuncunun bu özel performansı, The Leftovers’ı üçüncü sıraya yerleştiriyor.
2. The Substance (2024)
Listemizin ikinci sırasında, Cannes Film Festivali’nde gösterildiği andan itibaren sinema dünyasını birbirine katan The Substance (2024) yer alıyor. Coralie Fargeat imzalı filmde Qualley, yaşlanmaya başlayan ünlü yıldız Elisabeth’in (Demi Moore) gençleştirilmiş versiyonu Sue olarak karşımıza çıkıyor. Ne idüğü belirsiz bir ilacın etkisiyle yaratılan Sue gençliğin, güzelliğin, cinsel cazibenin timsali. Ama elbette bu parlak yüzeyin altında aynı zamanda çok daha çirkin, asalak bir yaşam formu saklanıyor. Medya ve patriyarka eleştirisinden grotesk mizaha, oradan body horror türüne uzanan film, Qualley’nin bedenini anlatının temel araçlarından bir haline getiriyor. Perdeye taşıdığı şiddet ve fiziksel dönüşüm sahneleriyle her bünyenin kaldıramayacağı The Substance’ı sevenlerdenseniz, geriye dönüp David Cronenberg klasiği The Fly’ı (1986), Jonathan Glazer’ın Under the Skin’ini (2013) ve Julia Ducournau’nun Titane’ını (2021) da izlemenizi tavsiye ederiz.
1. Maid (2021)
Ve geldik listemizin bir numarasına… 2021 yılında rol aldığı mini dizi Maid’de (2021) Margaret Qualley, kariyerinin en sahici ve en derinlikli performansına imza attı. Onu istismar eden adamdan kaçan, bir yandan geçimini sağlamaya çalışırken bir yandan da hem çevresinin hem de Amerikan bürokrasisinin önüne çıkardığı engellerle mücadele eden Alex rolünde Qualley tek kelimeyle parlıyordu. Once Upon a Time… in Hollywood’daki gibi seksapeliyle ya da The Substance’taki gibi gençliği ve güzelliğiyle değil, yalnızca incelikli oyunculuğuyla hafızalara kazınan Qualley, karakterin çaresizlikten umuda, yıkımdan kendini gerçekleştirme hedefine uzanan geniş bir yelpazedeki farklı halet-i ruhiyelerini keskin bir gerçekçilikle canlandırıyor ve on bölümlük dizinin bu kadar başarılı olmasının da en büyük sebebi haline geliyordu. Yoksulluğa, bekâr anne olmanın güçlüklerine, hayatta kalma çabasına dair son yıllarda yapılmış en kuvvetli işlerden biri olarak Maid, haliyle listemizin de en tepesinde yer alıyor. Toplumun beklentilerine isyan edip kendi yolunu çizen kadınlara odaklanan Erin Brockovich (2000) ve Nomadland (2020) gibi yapımlardan hoşlanıyorsanız Maid’i hiç düşünmeden izleme listenize ekleyebilirsiniz.




































