Hikâyelerini hırs, azim, mücadele, yenilgi ve zafer gibi temalar etrafında şekillendiren spor filmlerini sever misiniz? Peki sportif başarı yolunda verilen mücadelenin kimi zaman absürd komedi, kimi zaman kara mizahla zenginleştirilmesi hoşunuza gider mi? Cevabınız evetse, özellikle Amerikan sinemasının 70’lerden günümüze pek çok örneğini verdiği spor komedilerine alıcı gözle bakmanızda fayda var.
Yakın zamanda Netflix’te izleyiciyle buluşan Happy Gilmore 2 (2025) vesilesiyle, basketbol ve beyzbol gibi takım oyunlarından golf gibi bireysel dallara, farklı sporları farklı yaklaşımla ele alan unutulmaz spor komedilerini bir araya getirdik. Listemizde Caddyshack (1980) gibi kalabalık komedilerden ırkçılığa dair gözlemlerde bulunan White Men Can’t Jump’a (1992) ve spor camiasındaki cinsiyet eşitsizliğini gündeme getiren A League of Their Own’a (1992), türün en sevilen ve en komik örneklerini kronolojik olarak sıralıyoruz.
Slap Shot (1977)
Butch Cassidy and the Sundance Kid (1969) ve The Sting (1973) gibi Yeni Hollywood klasiklerinin yönetmeni George Roy Hill’in imzasını taşıyan iki saatlik Slap Shot (1977), buz hokeyinin sert, acımasız dünyasında geçer. Başarısız bir hokey takımını yeniden rekabetçi kılmaya çalışan oyuncu-antrenör Reggie Dunlop’ı merkezine alan film, soyunma odasındaki çatışmalara, takım içi ilişkilere ve fizikselliğin sınırlarını zorlayan maç içi kavgalarına değinmesi açısından, bir spor olarak buz hokeyinin perde arkasını merak ediyorsanız sizi tatmin edecektir. Tabii kariyeri boyunca soğukkanlı, karizmatik karakterleri canlandıran muhteşem Paul Newman’ı kaba, düzenbaz, saldırgan Reggie rolünde izlemek de ayrı bir keyiftir. Öte yandan, eğer spor komedilerinde ofansif mizahla derdiniz varsa Slap Shot’ın sizi yer yer zorlayabileceğini de belirtelim.
Caddyshack (1980)
80’ler Amerikan komedi sinemasının mihenk taşlarından Harold Ramis imzalı Caddyshack (1980), elit bir golf kulübünü mesken tutar ve birbirinden tuhaf karakterler arasında geçen komik olaylar üzerinden golf sporuna içkin elitizmi ve kuralcılığı ti’ye alır. Burnundan kıl aldırmayan zengin üyeler, beceriksiz golf meraklıları, tek derdi golf oynamak olan kendi halinde çulsuz bir sporcu, kafayı golf sahasındaki köstebeği öldürmekle bozan bir bahçıvan… Dönemin National Lampoon's Animal House (1978) ve Meatballs (1979) gibi geniş kadrolu komedilerinden hoşlanıyorsanız, dağınık yapısını avantaja çeviren ve spor komedisi türüne bakışı değiştiren Caddyshack tam size göre.
Bull Durham (1988)
Kendisi de bir dönem alt liglerde beyzbol oynamış olan Ron Shelton’ın yazıp yönettiği Bull Durham (1988), Amerikan sinemasının en sevilen spor filmlerinin başında gelir. Kariyerinin sonbaharındaki Crash (Kevin Costner), her yıl bir oyuncuyu seçip onunla aşk yaşamayı âdet edinmiş beyzbol hayranı Annie (Susan Sarandon) ve yarım akıllı beyzbolcu Nuke (Tim Robbins) arasındaki aşk üçgenine odaklanan film, zaferden ziyade hayal kırıklığını, şampiyonluklardan ziyade sporcuların şehirden şehire sürüklenişini duyarlı bir yaklaşımla ele alır. Başrolünü yine Kevin Costner’ın üstlendiği Field of Dreams’e (1989) ya da Robert Redford’lı The Natural’a (1984) kıyasla hem mizahi hem de romantik boyutu daha kuvvetli bir beyzbol filmi olan Bull Durham’ı, özellikle sporun kendisinden ziyade sporcuların iç dünyalarına meraklıysanız mutlaka izleyin.
Major League (1989)
Yıllardır başarısız olan beyzbol takımı Cleveland Indians’ın yeni sahibi Rachel Phelps, seyirci sayılarını düşürmek, bu durumu bahane ederek de kulübü Cleveland’dan Miami’ye taşımak amacıyla kadroyu birbirinden kötü oyuncularla doldurur. Ancak oyuncular bu tavra isyan eder ve sahada her şeylerini vererek maçlarını kazanmaya başlar. Tom Berenger, Charlie Sheen ve Wesley Snipes gibi dönemin yükselen yıldızlarını bir araya getiren film, beyzbol filmlerinin patlama yaptığı bir dönemden geriye kalan en eğlenceli yapımların başında gelir. Bad News Bears (1976) ya da bu listede de yer alan Slap Shot gibi underdog hikâyelerini seviyorsanız, spor sevgisine ve rekabetçiliğin heyecanına yer yer kaba bir mizah anlayışı ekleyen Major League (1989) sizi bol bol güldürecektir.
White Men Can’t Jump (1992)
Ron Shelton imzalı White Men Can’t Jump (1992), güçlerini birleştirerek sokak basketbolundan para kazanmaya çalışan Los Angeleslı iki genç adama odaklanır. Sidney (Wesley Snipes) ve Billy’nin (Woody Harrelson) ego çatışması ve rekabetle başlayıp dostluğa evrilen ilişkisi, tüm komikliğine rağmen duygusal bir derinlik de taşır. Maç sahnelerinin gerçekçiliği sizin için önemliyse, White Men Can’t Jump’ın bu anlamda tatmin edici olduğunun altını çizelim. Ayrıca sporun sadece spor olmadığını hatırlatan yapımları seviyorsanız bu filmin Amerikan toplumundaki sınıf ayrımına, ırkçılığa, kültür çatışmasına dair keskin gözlemleri de ilginizi çekecektir. Spike Lee’nin Do the Right Thing’indeki (1989) sokak hissiyatından izler de taşıyan White Men Can’t Jump, “iki kafadar” anlatısına getirdiği özgün bakış açısıyla da kendisinden sonra çekilmiş pek çok filme ilham vermiş bir komedi.
A League of Their Own (1992)
ABD’de İkinci Dünya Savaşı sırasında kurulan Kadınlar Beyzbol Ligi’nin gerçek öyküsünü temel alan A League of Their Own (1992) komedi ile dramayı en güzel dengeleyen spor filmlerinden biridir. Erkek sporcuların çoğu askere alındığı için kurulan Kadınlar Ligi’ne katılan kadın oyuncuların sportif yetkinliklerini kanıtlama çabası mizahi anlara yol açarken kadınların sahada etek giymesini zorunlu kılan cinsiyetçiliğe karşı verilen mücadele de ilham vericidir. Dostluk, rekabet, kişisel gelişim gibi temaların yanına erkek egemen topluma karşı kurulan kadın dayanışması boyutunu eklemesiyle spor filmleri tarihinde kendine özgün bir yer edinen A League of Their Own, tematik olarak listemizde de yer verdiğimiz Bend It Like Beckham (2002) gibi spor filmlerinini ya da, benzer bir mücadelenin bambaşka bir alandaki versiyonunu anlatan Hidden Figures (2016) gibi yapımların hayranlarının kaçırmaması gereken bir film.
Happy Gilmore (1996)
Adam Sandler’ın 90’lı yıllardaki en sevilen filmlerinden Happy Gilmore (1996), büyükannesinin bakımevine yatırılmasını engellemek için golfe başlayan ve kazandığı başarıyla spor camiasında şok etkisi yaratan eski hokey oyuncusu Happy’ye odaklanır. Dennis Dugan imzalı film, kazanması beklenmeyen sporcunun zafere uzanan yolculuğunu anlatmasıyla tipik spor filmi anlatısını takip eder ama bu yolculuğun her ânına kattığı absürd öğelerle bizi sürekli şaşırtmayı başarır. Golf gibi üst sınıflarla özdeşleşmiş, temposu düşük bir spora kavga dövüşü bol, küfür kıyamet bir anlatıyla başkaldıran Happy Gilmore, özellikle Adam Sandler’ın Billy Madison (1995) ve The Waterboy (1998) gibi filmlerdeki enerjik ama aynı zamanda duygusal performanslarından keyif alan izleyiciler için vazgeçilmez bir filmdir.
Kingpin (1996)
Farrelly Kardeşler’in tiksinçliğin sınırlarını zorlayan kara mizah anlayışını spor filmi anlatısına uyarladıkları Kingpin (1996), kaza sonucu elini kaybeden profesyonel eski bowlingci Roy Munson ile şans eseri keşfettiği ham yetenek Ishmael’in birbirinden tuhaf ve utanç verici maceralarına odaklanır. Bir spor olarak çok da dikkate alınmayan bowlingi büyük bir ciddiyetle işleyerek bizi gafil avlayan film, absürd mizahıyla spor filmi konvansiyonlarını yerle bir eder. Dumb and Dumber (1994) ve There’s Something About Mary (1998) gibi Farrelly Kardeşler klasiklerini seviyorsanız, başrollerdeki Woody Harrelson ve Randy Quaid’e formunun zirvesindeki bir Bill Murray’nin eşlik ettiği Kingpin’i de hiç tereddüt etmeden izleyebilirsiniz.
Bend It Like Beckham (2002)
2000’li yılların başlarının en sevilen spor komedilerinden biri de, erkeklerin hakimiyetindeki futbol camiasında başarılı olmayı kafaya koymuş iki genç kadının hikâyesini anlatan Bend It Like Beckham’dır (2002). Londra’da geçen filmde yerel kadınlar futbol takımının forveti Jules (Keira Knightley), Sih cemaati mensubu olduğu için futbol oynaması ailesi tarafından onaylanmayan Jess’i (Parminder Nagra) takıma katılmaya ikna eder. İki kadının rakip takımların yanı sıra cinsiyetçiliğe, muhafazakârlığa ve ırkçılığa karşı da mücadele etmek zorunda kaldıkları ve bu anlamda akıllara A League of Their Own’u (1992) getiren film, spor anlatısını büyüme hikâyesi ve ilk aşkla süsleyerek kalbimizi çalar.
Win Win (2011)
Tom McCarthy’nin En İyi Film Oscar’ı kazanan Spotlight’tan (2015) birkaç yıl önce yazıp yönettiği Win Win (2011), özel hayatı da profesyonel kariyeri de yokuş aşağı giden avukat Mike Flaherty’nin (Paul Giamatti), yan iş olarak bir lisede güreş antrenörlüğüne başlamasını konu alır. Bir gün okul takımına çok yetenekli ama sorunlu genç bir güreşçinin katılması, Mike’ın yaşam enerjisini tekrar kazanmasını sağlayacaktır. Hırs, çalışkanlık, kazanma azmi gibi spor filmlerinin olmazsa olmaz temalarını kuvvetli bir duygusal çekirdek etrafında işleyen Win Win, nihayetinde tek hedefin kazanmak olmadığını hatırlatan, sporun gerektirdiği adanmışlığın insanın bireysel gelişimine yaptığı katkının, hayattaki sorunları aşma konusunda insana verdiği gücün altını çizen karakter odaklı filmlerden hoşlanan izleyiciler için ideal bir seçimdir.




































